Diğer Şeyler

BURAYA NASIL GELDİM?

Yazar: Tarih: 15 Ekim 2015

Nisan 2014. En yakın arkadaşlarımdan birine, yeni biten ilişkim hakkında ağlayıp, sızlanıyorum. Her şeyin böyle bitmesi ne kadar da büyük bir hayal kırıklığı… Yine.

Bir türlü oturmayan bir şey var. Kendimi hiç bir yerde rahat hissedemiyorum. Sanki ucu kırılmış bir yap-boz parçasıyım da, o mutlu aile tablosu içerisinde bir türlü kendi yerimi bulamıyorum. Toplumun bana söylediği her şeyi yaptım. Bir kariyer planı, bir evlilik… Uslu, cici bir tüketici oldum. Ancak derinlerde bir yerlerde, sanki başka bir şey yapmam gerekiyormuş da ne olduğunu hatırlayamıyormuşum gibi hissetmeye bir türlü engel olamadım.

Hani siz motor sinirlerinizle günlük hayatınıza devam ederken, günün bir vaktinde gelip, içinize giriveren o tuhaf his var ya, hani, “yahu bi şey yapmaya kalktım ben ama…” hissi. Hah, işte kafanızın arkasında bir yerlerde 24 saat o hisle dolaştığınızı düşünün. İnsanı nasıl bir kaşıntı tutuyor, hayal edebiliyor musunuz?

 

Ben iyi bir vatandaş olup, vergilerimi ödeyip, çekirdek ailenin peşine düşmüşken, çocukluğumdan beri içimde yaşayan vahşi, asi canavarımı da evcilleştirmekte olduğumu ne yazık ki fark etmedim.

Hayata karşı iştahla ve merakla dolu olan bu canavar, sonunda uysal bir süs köpeğine dönüşmüştü ve işte ben, burada en yakın arkadaşlarımdan birine sızlanırken bulmuştum kendimi. Benimle Kaş’a gelmesi için dil döküyordum… Hayatımda hiç bir yere tek başına tatile gitmemiştim ve bunu yapmaktan ölesiye korkuyordum.

 

Türkiye gibi bir ülkede doğduysanız, eğer kadınsanız ve bekarsanız hayatta ne noktaya hangi güçlüklerden geçerek ulaştığınızın, ne kadar para kazandığınızın, ne kadar başarılı olduğunuzun (artık bu ne demekse?) hiç bir önemi yoktur. 35 yaşındaysanız ve yalnızsanız acınacak durumdasınızdır. Bu inanç öyle pek ulu orta dile getirilmese de kendini bakışlarda, imalarda gösterir. Ailenizin size moral vermek için söylediği üç beş cümle bile artık size sinir bozucu gelir. Bu yüzden tek başıma tatile gitmeye cesaretim yok ve bu yüzden arkadaşıma benimle Kaş’a gelmesi için dil döküyorum. Ben tam bunu yaparken, süs köpeğim zincirlerinden bir tanesini gevşetiyor ve içeriden bana okkalı bir pençe atıyor. Birden mideme bir kramp girdiğini hissediyorum. O an kendimden ve yaptığım şeyden hiç hoşlanmadığımı fark ediyorum.

Ben bağımlı bir insan değilim… hiç bir zaman olmadım. Olmaya da niyetim yok.

 

Haziran 2014. Hurda bir trenin içerisinde Sorrento’ya gidiyorum. Kucağımda sırt çantam, etrafımda ise Couchsurfing Napoli grubundan edindiğim yeni arkadaşlarım var. Tek başınayım ama ne gariptir ki yalnız değilim. Sıcak rüzgar trenin açık camlarından girip, tenime değiyor. Hayatımda hiç bu kadar özgür hissetmemiştim.

İşte yaptım… O kadar da büyütülecek bir şey değildi. Bütün o endişe krizleri ne kadar da yersizdi. Bu kadar uzağa gelebildiysem, kim bilir belki daha da uzağa giderim?

 

Ekim 2014. Direktörümün odasına giriyorum, karşısına oturuyorum ve derin bir nefes alarak şu cümleyi kuruyorum: “Ben gidiyorum”

Şaka yaptığımı düşünüyor ama yüzümü görünce gülümsemesi bir anda donup kalıyor. “Nereye?”

“Güney Amerika’ya. İsterseniz bir ay, bu izni vermiyorsanız da tamamen…”

Bir aylık izin bizim sektörde görülmemiş şey ama başarıyorum.

Sonraki durak Buenos Aires. İşte yine anksiyete krizi. Patagonya’ya kadar nasıl gideceğim?

Gıda zehirlenmesi ve hafif alerjiler gibi küçük sorunların dışında mutlulukla dolu geçen bir ayın sonunda, sadece temel giysi ve hijyen malzemelerimle yaşadığım o bir ayın sonunda İstanbul’a dönüyorum. Anahtarlarımla kapıyı açıyorum ve eşyalar üzerime çullanıyor. Giysiler, ayakkabılar, çantalar, kozmetik malzemeleri… Aklımdan ilk geçen düşünce bunun ne kadar hastalıklı olduğu. Evime bir yabancının gözlerinden bakıyorum ve gördüğüm şeyden hiç ama hiç hoşlanmıyorum.

Sonunda uysal köpekçik zincirlerinden kurtuluyor ve tüm gücüyle kalbime saldırıp, kocaman bir ısırık alıyor. Ben acıyla kıvranırken, canavarım yeniden uyanıyor…

 

Sonraki planım belli. Tüketimi bırak. Gereksiz satın almaları kes. Şımarıklık yapıp taksiye bineceğine toplu ulaşımı kullan. Ne biriktirebiliyorsan biriktir. Canavar ve ben buradan gidiyoruz. Bu beyhude hayattan, kendine yaratıcı endüstri diyen ama artık yaratıcılıkla uzak yakın ilişkisi kalmamış ve pazarlama formüllerine, testlere, daha çok testlere dönüşmüş bu meslekten, evlenmem, çocuk sahibi olmam, ev almak zorunda olduğumu söyleyen bütün baskılardan çok uzağa gidiyoruz. Yo Me Voy… Adios!

 

Aylar süren plan, program ve “Eatravels” projesini geliştirmem için geçen uykusuz gecelerden sonra sonunda ajansa ayrılacağımı söylüyorum.

Yeni Delhi’ye tek yön bir bilet alıyorum. YAŞASIN! Değil mi?

 

Hayır canım. Yaşasın değil…

 

Şimdi, sahip olduğum her şeyi karton kolilere yerleştirdikçe içimi bir huzursuzluk kaplıyor.

Kendime sürekli yapmak istediğim şeyin bu olup olmadığını soruyorum. “Saçmalamadığından emin ol, yoksa hayatını çöpe atıyorsun…”

6 yıllık evimden, eşyalarımdan, mahallemden ayrılacağım için çok ama çok mutsuzum. Yakında evsiz olacağım ve kendimi çok endişeli hissediyorum.

İçimdeki köpekçik son bir kez umutsuzca pençelerini tanıdık ve konforlu olana geçirmeye çalışıyor. “Kötü kız, bırak çabuk onları!”

 

koltuk

İnsanın evinden ayrılması hiç kolay değil

Bir süredir seyahat bloglarını takip ediyorum. Yalnızca gittikleri yerleri onların gözleriyle görebilmek için değil, aynı zamanda başkaları yapabiliyorsa benim de yapabileceğim konusunda biraz motivasyon sağlamak için. Bunlardan biri de Travel Tall. Geçenlerde, “Mümkün” başlığıyla bir video yayınladı. Video’nun adını gördüğümde gülümsememe engel olamadım çünkü sanki bana gönderilmiş uhrevi bir cevap gibiydi.

 

Sonra videosunu izledim. Sonra tekrar izledim. Tekrar tekrar izledim. Beşinci defanın sonunda  Eric’le birlikte tekrar ederken sözcükler dudaklarımdan sessiz bir dua gibi döküldü:

“Mümkün…”

Not: Bu yolculuğa çıkmamda bana ilham veren başka bir insan daha var. Kendisi İstanbul’dayken ona şahsen teşekkür etme fırsatı bulmuştum. Eğer Jason Silva ile tanışmadıysanız, bu 2,5 dakikalık videoyu izleyin…

 

Etiketler

Yorum Yap