Diğer Şeyler

DÜNYANIN HER YERİNDEKİ KIZ KARDEŞLERİME AÇIK MEKTUP

Yazar: Tarih: 29 Mayıs 2017

Huffington Post Gazetesinde 25.05.2017 tarihinde yayınlanan, An Open Letter to My Sisters All Around the World başlıklı yazımın Türkçe çevirisidir. Orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

Canım kız kardeşim,

Seninle özellikle ülkeme döndüğüm zamanlarda sık sık karşılaşıyorum. Gözlerinde ince bir hüzünle oturuyorsun karşımda. “Sen ne güzel yaptın” diyorsun bana… “Ben artık, bu yaştan sonra…” diye devam ediyorsun, konumuz her ne ise oraya bağlıyorsun. “Boşanamam, iş değiştiremem, çocuk yapamam, hayallerimin peşinden koşamam…” Bana diyorsun ki, “geç kaldım” Gözlerinde bir hüzün, hayalini kurup da yaşayamadıklarından oluşmuş koca bir duvarın üzerine oturup bana bakıyorsun oradan.

 

İşte o zaman sana sağlam bi’ tokat geçirmek istiyorum. Omuzlarından sarsıp, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum: “Ne için geç kaldın be? Geç kaldım diye diye mutsuz yaşayıp, mutsuz mu öleceksin?!”

 

Hanımefendiliğimden öyle bir şey yapmıyorum tabii… Samimiysek gözlerimi deviriyorum, kılcal damarlarımdan bir tanesini yırtasıya kadar. Değilsek, hafifçe kafamı sallayıp, anlatmaya girişiyorum. “Bak, hayat öyle bir şey değil… Her zaman değiştirebilirsin mutsuz olduğun şeyleri.”

 

Ama korkuyorsun. Korktuğunu gözlerinden görebiliyorum. Normal de… Korku, en ilkel içgüdümüzdür. Bizi hayatta tutar. Atalarımız korkmasaydı, kurda kuşa yem olurlardı ve soyumuz bugünlere kadar süremezdi. Korku, bizi hayatta tutar ama fazlası yaşamamıza engel olur.

Güzelsin, akıllısın ve düşündüğün kadar şişman değilsin canım kız kardeşim.

Peki, hadi bir düşünelim olur mu? Neden korkuyorsun mesela. Yalnız kalmaktan… Yalnız kalmaktan korktuğun için ne yapıyorsun? Mutsuz bir evliliğe ya da ilişkiye yıllarını gömüyorsun. “Ben alıştım…” diyorsun bana “Böyle gelmiş, böyle gitsin artık.”

Yani mutsuzluğu, yalnızlığa tercih ediyorsun. Huzursuzluğu, huzura…

Ben, insanın kendi evinin yolundayken ayaklarının geri geri gitmesi ne demektir çok iyi bilirim. Bir evin içindeki, elle tutulmayan o sessiz gerilimi ya da tartışmanın elektriğini.

İnan ki, inan ki bilsen kendi evinde, iç huzuruyla oturmak ne kadar paha biçilmez bir duygu, bir dakika beklemezdin. Ama bilmiyorsun ve ben sana anlatamıyorum.

Biliyorum, yüzleşmek çok zor. Hem kendinle, hem karşındakiyle hem de etrafındakilerle.

Kimseye verecek bir hesabın olmadığını, kimseden özür dilemek zorunda olmadığını bil istiyorum. Doğum ile ölüm arasında bize ne kadar zaman biçildiyse, mutsuz geçirmek için çok kısa olduğunu anla istiyorum.

Güzelsin, akıllısın ve düşündüğün kadar şişman değilsin canım kız kardeşim. Biz birbirimizi örselemeye bayılırız insanoğlu olarak. Karşındakinin psikopat veya canavar ruhlu olması gerekmiyor mutsuz olmak için, bazen iki iyi insan, iyi bir ilişki demek olmuyor kız kardeşim.

Bu gerçeği kabul edip, kapıyı çekip çıkmak gerekebiliyor. Kendi kendini dinleyip, hayatta gerçekten ne istediğini anlamak gerekebiliyor. Bu fırsatı kendinden esirgeme… Kendine bir şans tanı bu hayatta.

Sen adım atmazsan, hiçbir şey olmayacak bunu da çok iyi biliyorsun. Neden o zaman sanki ayaklarını betona gömmüşler gibi duruyorsun?

Haydi, tekrar bir düşünelim… Neden korkuyorsun? Parasız kalmaktan. O yüzden, ağzında küf tadı bırakan günler geçiriyorsun her gün işyerinde. Kendinle ilgili ne hayal etmiştin, nereye geldin? Haydi düşünelim kız kardeşim. Neydi en çok istediğin? İnsanlara bir faydan dokunması mıydı, yiyenin bayıldığı lezzetli yemekler yapmak mı, yazmak mı, çizmek mi, şarkı söylemek mi? Neydi senin ilk hayalin? Bi’ bunu bulalım önce olur mu? Arayalım…

Belki bir oluru vardır, kim bilir? En sevdiğim hikayedir “adamın biri her akşam yatmadan önce dua ediyormuş: Tanrım, lütfen bana lotodan para çıksın. Zengin olayım… Her akşam aynı duayı ediyormuş, sonunda Tanrı dayanamamış cevap vermiş: Oğlum tamam, duanı kabul edeyim ama sen de önce bir bilet al!”

Sen adım atmazsan, hiçbir şey olmayacak bunu da çok iyi biliyorsun. Neden o zaman sanki ayaklarını betona gömmüşler gibi duruyorsun?

Bi kere ayakları o betondan çıkarmak çok zor biliyorum. Haydi çıkardın, o kadar uzun süre hareketsiz kalan bacaklar yalpalıyor, alışamıyor yürümeye bir süre.

Mutsuzdum ama rahatım yerindeydi. Anlıyorsun değil mi? Biliyorsun bu duyguyu.

2016 yılına girmek üzereyken, Tayland’ın Koh Samui adasındaydım ben. Tropik mi tropik… Sahiller falan ne ararsan. Ben neredeydim? Kaldığım hostel odasında, bir ranzanın alt yatağında cenin şeklinde dertop olmuş, ne kadar büyük bir hata yaptığımı düşünüp, adayı kendime ziyan etmekle meşguldüm. “Hayatında yapabileceğin en büyük hatayı yaptın.” Diyordum kendi kendime. “En kısa zamanda eve dön ve kendine yeni bir iş ara… böyle giderse beş kuruşsuz kalacaksın sokakta.”

Neden böyle bir anksiyete krizine yakalanmıştım? Çünkü yolun ilerisinde beni neyin beklediğini bilmiyordum ama arkamda bıraktığım dünya çok tanıdık ve çok rahat geliyordu.

Mutsuzdum ama rahatım yerindeydi. Anlıyorsun değil mi? Biliyorsun bu duyguyu…

Oysa ilerledikçe önümde ne kadar farklı yollar açıldı. O gün, Tayland’da, o hostelde göz yaşları içinde debelenirken hayal bile edemeyeceğim yepyeni fırsatlar doğdu.

Bugün, otur ve kendi hikâyeni yeniden yazmaya başla.

Mesela hayattaki hayallerimden biri Huffington Post gazetesinde yazmaktı. Yıllarca ofisteki öğlen aralarında, makaleleri okuyup, buraya nasıl yazar olunur merak edip dururdum.

Sonra bir gün, bir yazı yazdım. Sana “öyle yap, böyle yap” diyorum ama ben de çekingenimdir böyle durumlarda. O gün nasıl olduysa, bir cesaret geldi bana, gazetenin sahibine email gönderdim yazımı ekleyerek. “En kötü ne olur ki, mailimi siler” diye düşünerek. 5-6 saat sonra, cevap geldi. Heyecandan bir on dakika açamadım maili. Benim gibi aceleci, meraklı biri için görülmemiş vaziyet… Yazıyı çok beğendiğini ve beni katılımcı bölümüne alacaklarını söylüyordu. Yatakta yuvarlanıp, ters takla attım sevincimden. Sonrası… Sonrası apayrı bir hikâye.

Mesela, bir kadınla tanıştım ben. Kalkmış, İstanbul’daki evini barkını bırakıp, Kamboçya’da aşevi açmış. Yetmemiş, köyün evlerini yenilemiş. Yetmemiş, köye gelir olsun diye şimdi bir de restoran açmış. Dil bilmeden, yol, iz bilmeden, tek başına çıktığı bu yolculukta, yanına yeni yoldaşlar katmış, imkansızı başarmış.

Başarısızlıktan korktuğumuz için hiçbir şeyi başaramıyoruz kız kardeşim. Oysa, olabilecek en kötü şey, gerçekten kötü müdür? Kendi kendimize duvarlar örmeye değer mi, kaybedeceklerimizin korkusu? Bu konuyu bir düşün derim…

Ben bir psikoterapist veya psikolog değilim. Hele hele yaşam koçu hiç değilim. Hayatını nasıl yaşayacağını söylemek de bana düşmez kız kardeşim ama mutsuz yaşama be canım benim.

Hayat mutsuz olmak için çok kısa.

Bugün, otur ve kendi hikâyeni yeniden yazmaya başla. Kendi yaşam öykümüzü kendimize nasıl anlattığımız, hayata bakış açımızı belirlermiş. Uzmanlar öyle diyor.

Örnek vermek gerekirse. “17 yılımı ofis köşelerinde, toplantılarda ziyan ettim. Keşke dünyayı dolaşmaya daha erken bir yaşta başlasaydım…” diyerek de başlayabilirim ben öyküme “17 yıl emek verdim ama bu sektör de bana dünyayı dolaşabilmem için gereken birikimi yapabilmemi sağladı. Bunun için çok müteşekkirim…” diye de. Gördün mü, nasıl fark ediyor hemen algıda.

Bugün, otur ve gülümsemeye başla. Gülümsemek için iyi bir haber bekleme. Önce gülümse, iyi haberler arka arkaya dizilecek göreceksin. Ben buna birinci elden kefilim.

 

Öptüm güzel yanaklarından,

Kız kardeşin Şölen

 

Takip etmek için:

Instagram

Facebook

Etiketler

Yorum Yap