Diğer Şeyler
DÜNYANIN BİR UCUNDA, KORKULARIN ÖTESİNDE…
EN BÜYÜK KORKUMU AŞTIM: BALİ’DE MOTORSİKLET KULLANMAYA BAŞLADIM.
Önceki bölümde bahsetmiştim. Bali’de ulaşım çok ama çok pahalı. Motorsiklet kullanamıyorsanız hem şehir merkezinde kalmaya ve o keşmekeşi yaşamaya mecbursunuz, hem de bir yerlere gidecekseniz illa ki çok para vermeniz gerekiyor.
Ulaşım, buranın en büyük kalemlerinden. Bir saatlik mesafe gidecekseniz, taksi şoförler tarifeyi 300.000 (20 dolar), motosiklet şoförleri 100.000 (7 dolar) rupiah’dan açıyor.
Bali’ye 10 günlüğüne geldiyseniz bu paralar, verilmeyecek paralar değil elbet ama benim gibi burada yaşamayı kafaya koyduysanız, o motor öğrenilecek arkadaş. Her gün, her gün bütçe dayanmaz bu fiyatlara.
12 YILLIK BİR TRAVMAYI NASIL ÇÖZERSİNİZ?
2005 yılında, Bozcaada’da bisiklet kiralamıştık ve öyle büyük bir kaza yaptım ki, benim için Geyikli’ye özel feribot kaldırmak zorunda kaldılar. Neyse ki, kolumda ve bacağımda oluşan doku kaybından başka kalıcı bir hasar bırakmadı ama benim için bisiklet ve iki tekerlekli araçlara karşı büyük bir korku başladı. 2015 yılında Güneydoğu Asya’ya ilk geldiğimde, buranın ana ulaşım biçiminin motor kullanmak olduğunu fark etmiş ve içimden okkalı bir küfür savurmuştum. Benim için arkaya oturmak bile caiz değil o zamanlar. Motoru görünce titremeye başlıyorum, elim ayağıma giriyor. Neyse ki, Malezya’da Langkawi adasında hostelde tanıştığım grup çok tatlıydı ve içlerinden biri yıllardır kendi ülkesinde motor kullanıyordu da ona güvenip arka yolcu koltuğuna oturabildim. O ilk yola çıkış anımızı bugün bile unutmuyorum. İçimden bildiğim bütün duaları aynı anda okuyuvermiştim. Daha sonra ise, şansıma hep motor kullanabilen yol arkadaşlarım oldu. Yalnız kaldığım yerlerde ise, kanadı koparılmış kuş gibi kalakaldım. Motor kullanmayı bilmiyorum, öğrenmeyi hiç istemiyorum. Zaten kafamda “yapamam” şablonu çoktan oturmuş durumda. Üstüne üstlük bir de kaza yapan, kendini ciddi anlamda yaralayan turistleri gördükçe, ölümlü kazaları duydukça daha da soğuyorum motor kullanma fikrinden. 10 aylık Asya seyahatim, bu motor korkusu yüzünden kalp çarpıntısıyla geçti diyebilirim. Belki, motor kullansaydım görebileceğim bir sürü güzel yeri de bu yüzden kaçırdım.
Bali’ye yeniden gelmeye karar verdiğimde, kafamdaki en büyük soru işareti motor kullanmaktı.
Kafaya koymuştum, öğrenecektim de hani merkezde güzel bir ev bulursam da belki öğrenmek zorunda kalmam diye kendimi avutuyordum. Temmuz ayında Ubud merkez tam bir keşmekeş. Her yıl artan turist sayısı, bu yıl sanki tavan yapmış gibi, yürümekte bile zorlanıyor insan. Sonra, merkeze 3,5 km uzaklıktaki evimi bulduğumda artık kaçar yoktu. Bu mevzu çözülmek durumundaydı. Evin idaresinden sorumlu Mangjik, bana aylığı 600.000 rupiah’dan (40 dolar) güzel bir scooter kiraladı ve yeğenine de bana öğretme görevi verdi.
Yeğen dediğiniz taş çatlasa 15 yaşında. Belli ki 7 yaşından beri motor kullanıyor, çocuk için o kadar doğal ki bana ne öğreteceğini bile bilmiyor. Ben soruyorum, yokuşta ne yapacağım, yokuş inerken, viraj alırken ne yapacağım diye. Yarım saatlik hızlandırılmış kursun sonucunda ben kullanabilmeye başladım. Baya da iyi dengede duruyorum falan ama kendimi bu işi becerdiğime bir türlü ikna edemiyorum. Bir de benim zaman zaman gördüğüm “araba kullanırken, karşına duvar çıkınca panikten fren yerine gaza basma” kâbusum motorda gerçek oluyor. Ne zaman stres yapsam gazı kesmek yerine, gaz veriyorum. Hadi bakalım, buyurun buradan yakın. Bu arada ben bu kâbusu görüyorum ama, hayatımda araba kullanmışlığım da yok onu söyleyeyim. İçimde motorlu taşıtlara karşı ciddi bir tepki var, buradan bunu anlıyoruz. Otomobile karşı temkinli duruşumun nedeni de, ben üç yaşındayken geçirdiğimiz ve otomobilimizi perte çıkartan kaza olabilir çok yüksek ihtimalle.
Neyse, iki üç gün ben düz ayak merkeze kadar gelip gittim motorla. Park etmeyi beceremediğim için de merkezdeki Seniman cafe’nin müşteri otoparkındaki valelere verdim hep motoru. Mecburen, Seniman’a girip 30.000 rupiah’ı bir espressoya bayıldım artık. Aman sağ salim park etsinler de hiç parasında değilim. O kadar çaresizim, o kadar gerginim…
Ana caddeye çıkmam söz konusu bile değil, öyle bir trafik, öyle bir keşmekeş var ki, kesin bir yerlerle girerim diye korkuyorum. Bu arada ana caddenin kenarında dikilip, motoru nasıl kullandıklarına bakıyorum. Hangi freni nasıl sıkıyor, nasıl gidiyor, dakikalarca gözlemliyorum. Merkezde uzak bir yere gideceksem de o yola çıkmamak için, yine motoru Seniman’ın önüne park edip, el mecbur kahvemi içip, oralara öyle yürüyorum.
Bali maceramın tamamını instagram‘dan takip edebilirsiniz.
Sonra Didem geldi. Beni ayrı bir “arkamda birini taşıyabilir miyim?” stresi aldı. Yersiz bir stresmiş, gayet güzel taşıdım. Fakat yine ana caddeye çıkamıyorum… Bir gün Dilan kahvaltıya çağırınca, bi cesaret çıktım ama çok öteye gidemeden, eve yaklaşınca kenara bi yere park ediverdim. Ana caddeyle asıl imtihanım, Didem’in bir arkadaşı vasıtasıyla tanıştığımız Fatima’yla buluşunca oldu. Fatima, şelale görebiliriz diye teklif edince biz de kabul ettik ancak kız ana caddeye dönüverince beni bir anksiyete krizi aldı ki sormayın. Didem sakinleştirdi… “Korkma bak on gündür kullanıyorsun, bunu da yaparsın diye.” Sonra o trafiğe girince, anneciim! Trafik ilerlemiyor, sağımdan solumdan motorlar arabaları geçiyor, ben cesaret edemediğim için arabanın arkasına kitlenmişim. Trafik kaput… Bir on dakika sıcağın altında, ecel terleri döktükten sonra, sağa çektim. Kollarım titriyor… Yapamayacağım dedim. O sırada bir şoför yolumuzu çevirdi. Biz de zaten dolaşmak için uygun fiyatlı bir şoför arıyorduk. 350.000 rupiah’a 3 saat anlaşınca tamam dedik. O an duyduğum rahatlamayı anlatamam. Dönüşte bizi motoru park ettiğimiz yere bıraktı ve beni gene bir gerginlik aldı. Geldiğim yolu geri gitmek zorundaydım. Hem de karanlıkta… Hiç gece motor kullanmamıştım ve en çok galiba gece kullanmaktan korkuyordum. Ama yaptım… Hem ana caddeden çıktım hem de gece motor kullandım. Sonra da kendi kendimize ödül olarak, noodle’dan kese kese ürettiğimiz erişteli, bolca soğanlı bir yeşil mercimek yemeği yaptık. Sonra da soğan, sarımsak ne bulduysak kıtır kıtır yiyip, kokuşmuş bir halde uyuyakaldık. Bu kadar stresin üzerine o kadar iyi geldi ki sormayın. Zira ne zaman motoru park etsem, bacaklarım titreyerek iniyordum üzerinden.
Bundan sonra artık kendime güvenimin gelmiş olması gerekir değil mi? Hayır efendim, bana sorarsanız ben hala çok kötü motor kullanıyordum. Didem’in aksi iddialarına rağmen kendimin bu işi kıvırdığına asla inanmıyordum.
Ne zaman inandım? Efendim, iki günlüğüne adanın kuzeyinde yer alan Amed kasabasına gittik. Otelimiz, yine merkezden uzaktaydı ve motor kiralamak durumundaydık. Otelin motorlarının döküntülüğünü size anlatamam… O kadar rezil rüsva haldeler ki, insan üzerine binmeye korkar. Neyse aldık motoru, gidiyoruz. Yollar hem dar, hem de çok virajlı. Ubud yolları, otoban gibi kalır buraların yanında. Birden, kendimizi yokuş aşağı giderken bulduk. Allahım hem de ne yokuş, eğimi 70 derece falan. Benim Bozcaada’da düştüğüm yokuşun neredeyse aynısı. Arka freni hafifçe sıktım, yavaşlamadık. Biraz daha sıktım, hayır efendim fren tutmuyor. Ön freni de sıkmaya başladım, hafifçe yavaşladık ama önümüzde sert bir viraj var. Didem sonradan söyledi o an “acaba kendimizi ne tarafa atsak, daha az hasarlı düşeriz?” Diye kafasında hesaplamalara başlamış. Ben serinkanlı olmaya çalışıp, virajı döndüm ve rahat bir nefes aldık. O hızda, paniklemeden gitmeyi başarmıştım. Sonrasında elim ayağım birbirine girdi ama o an en azından bizi düşürmeden rampayı inip, virajı aldım. Yine de o Bozcaada anını tekrar tekrar kafamda yaşadım. Şimdi biraz daha kendime güvenim geldi, daha kolay kullanırım herhalde. Belki de bunu aşmak için bisiklet kazasının çok benzeri bir durumla karşılaşıp, o anı yeniden yaşayıp, düşmeden atlatmam gerekiyordu. Şimdi yine çok temkinli gidiyorum ama itiraf edeyim, motor kullanacağım diye eskisi kadar gerginlik yaşamıyorum. Demek bunu, bu şekilde aşmak da 40 yaşıma kısmetmiş. İnsan, şeytanlarıyla yüzleşmeye her ne olursa olsun devam etmeli… Başka türlü kurtuluş yok bize.

İlk şehirdışı yolculuğumu İrlandalı arkadaşım Eoin ile yaptım. Birlikte Mas ve Batuan köylerine gittik. Motoru ben kullandım. Yihhuuu!
Korkularımız bizi bloke ediyor ve hayatta ileriye gitmemize engel oluyor. Bu benim için motor, başkaları için kim bilir ne? Kimi, dil öğrenemem diyor mesela, kimi tek başına seyahat edemeyeceğini düşünüyor. Oysa, üzerine gittiğimizde her korkunun sonu feraha çıkıyor. Motor maceramdan benim aldığım en büyük ders bu oldu… Darısı, sizin “yapamam” dediğiniz her şeyi yapabilmenizin başına.
Belgin
Harikasınız. Benim de bisiklet korkum var, motoru düşünemiyorum bile. Bu akşam çıkıp bisiklet çalışmalarına başlayacağım 🙂 sevgiler
Şölen Yücel
iyi şanslar 🙂 önce zor geliyor ama insan alışıyor