Diğer Şeyler
YÜRÜ. ANCA GİDERSİN.
Deniz seviyesinde doğmuş bir insan evladı olarak yokuşa, merdivene tepkiliyim. İstanbul’da evlerimi mümkün mertebe az yokuşlu yerlerde seçtim. Eğer yol düzse 10 kilometre olsun, 15 kilometre olsun fark etmez, yürürüm. Hatta New York’ta yokuşu değil rampası bile olmayan Manhattan adasında bir günde 20 kilometreyi görmüşlüğüm vardır. Ne var ki Dünyamız engebeli yeryüzü şekillerinden oluşuyor. Güzel şeyleri görmek için bazen yokuş, bazen merdiven, bazen de dağ tırmanmak icap ediyor. Söyleniyorum ama bu kadar dünyayı görmeye çıkmışım, Torunlarıma anlatırken, “Machu Picchu’ya gitmedim çünkü çok yokuştu” mu diyeceğim?
Tabii ki, hayır. Yine de, tıknefes kaldığım, hayattan soğuduğum anları ölümsüzleştirmek için size en zorlandığım yollardan şahane bir derleme yaptım. İşte benim listemdeki, kondisyonunuz yoksa sizi hallerden hallere sokacak, ama gittiğinize de değecek yerler.
1 MACHU PİCCHU-PERU
İkinci C’sini bir türlü doğru yere koymayı öğrenemediğimiz bu antik İnka şehri, dünyanın en fazla ziyaret edilen turistik noktalarından biri. 2430 metrede konuşlanmış olan Machu Picchu’ya haydi, bir yerine kadar otobüsle çıktınız, daha bunun Wayna Picchu’su var.
Wayna Picchu, şu tam karşıda görünen dağ. Buraya çıkabilmek için önceden başvurmanız ve belli bir gün için kayıt yaptırmanız lazım zira günlük misafir kapasitesi sınırlı. Ben çıktım mı peki? Tabii ki hayır… Machu Picchu’ya bile mümkün olan en kolay ve en pahalı yoldan çıktım. Her kuruşuna da değdi, bence.
2 POTOSİ-BOLİVYA
4000 metrede kurulmuş olan bir madenci kenti olan Potosi aynı zamanda ‘dünyanın ikinci en yüksek şehri’ unvanını da elinde tutuyor. Yükseklikten kaynaklanan rahatsızlıklar baş gösterince, insan kendini bu şehrin yokuşlarında inip çıkarken soluk soluğa adeta 90 yaşına gelmiş gibi hissediyor. Potosi sakinlerinde muhtemelen bizim kanımızda bulunandan 5 kat daha fazla alyuvar, daha geniş ciğerler ve daha büyük bir kalp bulunduğu için onlar şehirde maraton falan düzenliyor. Gerçi o yükseklikte 6 ay kalınca, bizim alyuvarlar da artıyormuş ama vallahi patates bile yetişmeyen yükseklikte 6 ay ne yapayım derseniz, siz de haklısınız.
3- BATAD PİRİNÇ TERASLARI-FİLİPİNLER
Bu Batad trekking rotası adamın canını alır. Filipinler yazımda uzun uzadıya anlatmıştım, 4 saatte ruhumu teslim ediyordum az daha. Yürüyüş rotası boyunca kurulan küçük çardaklarda, “I survived Batad” yazmasından mevzuya uyanmalıydım ancak yürüyüşü sonuna kadar ya da neredeyse sonuna kadar tamamladım. Zira son adımda, yağan yağmurun gevşettiği toprak ayağımın altından kayınca “küt” diye bir buçuk metrelik bi çukurun içine düşüverdim. Sonra da üstüm başım sırılsıklam ve çamur içinde, hostelime bir saat tricycle’la yol teptim. Trycle ne derseniz, bizim eski usul triportörlerin taksi olanını düşünün… Üç yanı açık. Sıcakta güzel esiyor ancak zaten sıçan gibi ıslandıysanız, adeta ince hastalığa bir davet niteliği görüyor.

buralarda yürüyebileceğiniz tek yer, şu terasların 0,5 kalemle çizilmiş gibi görünen uç noktaları. Gerisi su içindeki pirinç tarlası.
4- KAWAH İJEN YANARDAĞI – ENDONEZYA
Sülfür gazının yanmasıyla geceleri “mavi ateş” denen bir fenomene ev sahipliği yapan İjen Yanardağı belki de Java Adası’nın en görmeye değer yerlerinden. Yalnız, yolu biraz yokuş… Gece üçte başlayan yürüşüyünüzü, 5.30’a kadar bitirmeniz gerekiyor ki gün doğumunu seyredebilesiniz. Tabii gece 3’te yürüşe başlamak için, gece 12’de yola çıkmanız gerekiyor. Yani zaten dağın eteklerine vardığınızda uykusuz ve yorgun bir halde oluyorsunuz. Bir de daracık bir patikada, gece karanlığınızda elinizde fenerlerle tırmanışa başlıyorsunuz. 60 derecelik bir dik açıdan oluşan yokuşu, 2 saat boyunca tırmanıyorsunuz. İtiraf etmek gerekirse ben bir noktada pes ettim. Rehbere, “Siz devam edin, ben onları oyalarım…” falan diye saçmaladığımı hatırlıyorum. Şükür ki, rehberimiz inatçı çıktı ve beni elimden tutup, yürütmeye başladı da hayatımda gördüğüm en muhteşem şeylerden birine tanıklık edebildim.

İjen Parkurunu tamamladıktan sonra ben… Mahsun Kırmızıgül duruşumla her daim asaletimi korumayı bilirim.
5- BROMO YANARDAĞI -ENDONEZYA
Endonezyanın aktif yanardağlarından biri olan Bromo’ya ulaşmak için yine gün doğumundan önce yola çıkılıyor efendim. Bitmedi bu gezginlerin, tur şirketlerinin gün doğumu izleme sevdası. Yine gecenin 3’ünde yola koyulup, 5’inde seyir alanına vardığımızda sis yüzünden hiç bir şey göremedik. Ama bir kez güneş doğup da sisi dağıttığında Bromo uzaktan bütün ihtişamıyla yüzünü gösterdi.
Sonrasında ise, Bromonun kraterine varabilmek için önce küllerden oluşan bir vadide yürüdük sonrasında ise ikiyüz küsür merdiven tırmanmak durumunda kaldık. Rahmetli ananemin deyimiyle “E ama yeterin gari!”
Yine de Bromo Yanardağı anılarımda en efsane yerlerden biri olarak yerini aldı. Siz hiç dumanı üzerinde yanardağ gördünüz mü?
6- CAT BA MİLLİ PARKI-VİETNAM
Ha Long Körfezinde yer alan Cat Ba adasında yer alan bu park, kanıma ekmek doğrayan rotalardan biri oldu.En tepeye çıkmak için tam 18 kilometre tırmanmak zorunda kaldım. Şimdi bana sorsanız: “Kızım zorunda kaldım ne demek, tırmanmayaydın!” Vallahi siz de haklısınız. Ne zorum var bilmiyorum hem yokuş çıkmayı sevmiyorum hem de gördüm mü dayanamıyorum. 30 küsür derece nemli mi nemli yapış yapış sıcakta yaptığım bu yürüyüş, çantama attığım iki muz sayesinde ben ölmeden bitti diyebilirim. Çantanızdaki şişede duran su bile ısınıyor, öyle pis bi sıcak… Su içiyorsunuz, aa sanki hiç içmemişsiniz gibi. Diyebilirim ki, Cat Ba beni bitiren rotalardan biri oldu. Burada sigarayı bırakmaya karar verdim.
Not: Bırakamadı…
7- BATU CAVES- MALEZYA
Batu Caves dediklerinde ben sandım ki, mağaraya girip yürüyeceğiz, meğer hiç bilememişim. 1891’de 3 büyük ve irili ufaklı bir kaç mağaraya inşa edilen bir Hindu tapınağı olan Batu Caves’e bakmanız için tamı tamına 272 basamak çıkmanız gerekiyor. Be zalımlar, bi kere o merdivenleri çıkasıya insanın üçüncü gözü açılır. Hadi çıktınız, mağaralara da girdiniz pek güzel… Mağaranın içinden geçip bi kere daha tırmanıyorsunuz. Ben nereye gittiğimizi bilmediğim için öyle karşıma taş, kaya falan çıkınca tutuna tutuna tırmandım. Meğer dağa çıkıyormuşuz. Bilseydim, inerdim. Anladığımda artık çok geç olmuştu, “Buraya kadar geldik artık, çıkmamak olmaz” deyip, en tepeye kadar tırmanıp uzaktan Kuala Lumpur’a baktım. Ha çok mu güzeldi… Ne münasebet. Aşağı iner inmez de soluğu bir Hint restoranında alıp, Thali’ye, Dosa’ya abandım. Malum, aktivite acıktırıyor.
Aslında bu liste bitmez çünkü herhalde 15 aylık seyahatim boyunca, çıkmadığım merdiven, tırmanmadığım tepe kalmadı. Artık o kadar sıkıldım ki, Bali’deki Lampuyang tapınağına çok merdiveni var diye gitmedim. Dünyayı görmek için bu kadar yorulmak zorunda olmamalıyız bence. Di mi Tanrım?
Fotoğraflarına bakayım derseniz: Instagram
Yazılarından haberdar olayım derseniz: Facebook