Diğer Şeyler
DALGALARI AŞMAK
“The Best Exotic Marigold Hotel” filminde Judy Dench’in karakteri Evelyn, Hindistan hakkında der ki: İlk başlarda bunalırsınız. Ama yavaş yavaş anlarsınız ki bir dalga gibi. Direnirsen seni devirir, içine atlarsan diğer tarafa yüzebilirsin.”
Yolculuğum boyunca bunaldığımı inkar etmeyeceğim. Kornaların yoğunluğundan, insanların yoğunluğundan, trafikten, berbat yollardan, tren yolculuklarından, sıcaktan ve çok daha fazlasından. Sanırım ilk bir kaç hafta boyunca bu durum beni epey bir bloke etti ve nereye gitsem midemde bir düğümle dolaşmama neden oldu. Kazıklanacağım endişesinden dükkanlara giremedim. Bırakın girmeyi, biri beni içeri davet edecek diye vitrinlere bile bakmaya çekindim. Zaman zaman sükünetimi, zaman zaman da nezaketimi kaybettim. Beni geren şeylerin tersine yolda karşılaştığım diğer gezginlerse benim için gerçekten çok huzur verici oldular.
Izzy ve erkek arkadaşı Tim ile Agra’da tanıştık. Kısa ama keyifli bir sohbetten sonra yollarımız ayrıldı. Bir hafta kadar sonra ise Udaipur’da. Shashi’nin yemek kursunda karşıma çıktılar. Izzy hayatta görüp görebileceğiniz en pozitif ve enerjisi yüksek insanlardan biri. Blog’u: thenextsomewhere.com. D’Jeanne ABD, Montana’dan. Onunla Izzy sayesinde tanıştım ve Udaipur’da 3 günü beraber geçirdik. Bence gayet güzel oldu. Havadan sudan ne varsa konuşup durduk. 23 yaşında olduğunu bana zekasıyla ve vizyonuyla unutturmayı başardı. Dahası hayatımda gördüğüm rickshaw’lar için yanıp tutuşan ilk insan. Onun bu aşırı hayranlığı da beni hayrete düşürmeyi başardı. Takip etmek isterseniz: zenandtheartofvegabonding.blogspot.com. Bombay’da ise Pyrylla vardı. Paraguay’dan, tertemiz kalpli dünya iyisi bir kız. Erkek arkadaşı ile seyahat ederken ayrılmışlar o da bundan sonraki adımlarını düşünmek üzere Hindistan’a gelmiş. Seyahat flörtleri ve ilişkileri üzerine konuşurken dedi ki: “Sadece bir süreliğine olmaları üzücü…” Ben de üzerine fazla kafa yormadan “Bu hayatta zaten her şey bir süreliğine değil mi?” diye yanıtlarken bir anda ne ağır bi laf ettiğime ayıldım. Yani bu laf, “love actually” gibi insana kendini iyi hissetiren bir filme çok yakışmaz mıydı? Dramatik bir ışıkta, rüzgar insanın saçlarının arasından eserken, bir de üzerimizden saniyede 50 kare bir martı uçarken falan. Gündelik hayatın çiğ ışığında ve 24 kare hızında harcanmış hissetmedim değil. Bu andan gif yapıp, Harry Potter’daki hareketli resimler gibi duvarıma asmak isterdim. Allahım, narsisistlikten de öleceğim.
Yani bu tatlı kadınların sayesinde Hindistan’da geçirdiğim günler daha bir aydınlandı. Hindistan, Hindistan olmaya devam edecek. Ben bazı şeylerini beğendim ya da beğenmedim, bu Hindistan’ın umrunda bile değil. Neyse o işte… Bunu kabul ettiğinde daha bir gevşiyorsun. Gerçi bu kadar geri anlaklı olduğumu da bilmiyordum, kendime teessüflerimi sunuyorum. Bana “merhaba, namaste, where from?” diye dakika başı gelen sorulara sinirlenmektense, dönüp “Aaa canım görmüyor musun, Hintliyim ben!” cevabını verebilmeyi ve böylelikle sohbeti hem kısa hem de eğlenceli tutmayı daha erken akıl edebilseydim, dükkanların önünden önünden yürüyüp geçmek yerine içeri dalıp istedikleri fiyatın yarısından bile azını teklif edip hummalı bir pazarlığa girişmekten çekinmeyi daha erken bir kenara bırakabılsaydım… Yani direnmek yerine, dalganın içine atlasaydım çok daha iyi olurdu. Neyse güç olsun da geç olmasın.
Goa’ya gece ulaştım. Dalgaları göremesem de seslerini duyabiliyordum. Uyumadan önce aklımdan belli belirsiz, yeniden dalgaları dinleyerek uyumanın ne kadar güzel bir şey olduğu geçti. Bu sabah bungalow’dan çıktım ve ne kadar nefes kesici bir manzaranın parçası olduğumu anladım. Deniz, önümde kilometreler boyunca uzanan bir plaj, hindistancevizi ağaçları. Bu kadar zorluktan sonra kendimi ödüllendirilmiş hissettim. Hızlıca kahvaltı ettikten sonra, koşup bikinimi giydim. Denize doğru yürürken dalgalar da bana doğru yaklaşıyorlardı. Onlar da ben de ilerlemeye devam ettik. Tam ortada buluştuk. Suya girdiğimde, karşıdan olanca haşmetiyle gelen dalgayı gördüm. Sağlam bir karşılaşma olacaktı. Bana vurmadan önce suda dimdik ayakta durdum ve tam çarpacakken zıplayıp üzerine atladım. O, olanca gücüyle beni karaya doğru iterken çocuk gibi kahkahalar atıyordum. Bir tane daha. Çarpma. Zıplama. Gülme. Buna ne kadar devam ettim hatırlamıyorum ama tam anlamıyla bir arınma, bir katharsisti yaşadığım. Korkularımdan ve düğümlerimden işte böyle kurtuldum… Yalnızca dalgaları aşarak.