Diğer Şeyler
BURAYA NASIL GELDİM? İKİNCİ BÖLÜM…
“Şimdi, sahip olduğum her şeyi karton kolilere yerleştirdikçe içimi bir huzursuzluk kaplıyor.
Kendime sürekli yapmak istediğim şeyin bu olup olmadığını soruyorum. “Saçmalamadığından emin ol, yoksa hayatını çöpe atıyorsun…”
6 yıllık evimden, eşyalarımdan, mahallemden ayrılacağım için çok ama çok mutsuzum. Yakında evsiz olacağım ve kendimi çok endişeli hissediyorum.”
Bu satırlar, yaklaşık 2 yıl önce, 15 Ekim 2015 tarihinde yayınladığım “Buraya Nasıl Geldim?” başlıklı yazıma ait. Yola çıkmadan önce, evimi kapatırkenki duygularımı endişelerimi anlatmıştım. Buradan okuyabilirsiniz.
Şimdi, 13 ülke ve binlerce kilometre sonra, bambaşka bir ülkede, evimin ormana bakan verandasından yazıyorum size.
Sabahları kuş seslerine uyanıyorum. Arada bir ağaçlardaki hindistan cevizlerinden biri büyük bir gürültüyle yere atıyor kendisini. Dallarda sincaplar koşturuyor… Haşeratım bol. Mutfağın bir köşesine kocaman bir örümcek dantel gibi işleyerek bir yuva yaptı. Kıyamadım bozmaya, kahvaltı ederken bakışıyoruz kendisiyle. Kurbağalar, kuşlar, geckolar, daha irice kertenkeleler etrafımda dolanıyor. Her sabah, beni çevreleyen bu yeşil cennette bakıyorum ve geldiğim yere şükrediyorum.
Bugünkü konumuz yine korku… İlk yazıyı gözyaşları içerisinde, kolilenmiş eşyalarımla, canım evimle vedalaşırken yazmıştım. Bir yanım bırakıp da gitmek istemiyordu. Her gün bakkalımla selamlaşmayı, Sanatçılar Parkı’na gidip koşmayı seviyordum. Gezmek, görmek, yeni deneyimler yaşamak isteğim ağır basıyordu gerçi. Bu yüzden de gittim…
İyi ki gitmişim… Sonunda yol beni buraya getirip bıraktı. Bu yola çıkmasaydım, burada biteceğini hayal bile edemezdim. Hatta iki yıl önceki vizyonsuzluğumla, başka bir ülkenin kalbimi bu kadar fethedeceğini, buraları kendime ev yapmak isteyeceğimi asla öngöremezdim. Bir yılın sonunda, İstanbul’a dönüp, yeniden iş arayacağıma o kadar emindim ki, eşyalarımı satmak yerine depoya kaldırdım. Hâlâ anlamsızca o depoya kira veriyorum.
Bali maceramı Instagram‘dan takip edebilirsiniz.
Şunu farkettim ki, hayatımızı dönüştürebilmemiz için önce bizim dönüşmemiz gerekiyor. Belli ki olduğumuz kişinin aklı, hayal gücü yapabileceklerimize yetmiyor. Hani bir şeyi kırk defa söylersen olur, derler. İşte o 40 kez söylenen şeyin önce kendimizi ikna etmek, beynimizi bu olasılığa açabilmek için bir alıştırma olduğuna inanıyorum artık.
Yıllarca kendime “gezmek istiyorum” diye tekrar ettim. O kadar çok dillendirdim ki bunu, önce aklım yavaş yavaş ikna oldu, sonra koşullarımı bu yönde değiştirmek için adımlar atmaya başladım. Bazen beklediğimizden yavaş oluyor ama inanın olması gerektiği zaman oluyor her şey.
Yol, belki de bu süreci bizim için hızlandırıyor. Yeni insanlar, yeni yerler bizi yeni olasılıklara hazırlıyor. Öyle ki, bir yerine geldiğinizde artık her şeyin mümkün olabileceğine inanıyorsunuz.
Geçen temmuzda Ubud’a geldiğimde, bu kasabanın üzerimdeki etkisi çok büyük olmuştu. İki kez ayrılma teşebbüsünde bulunmama rağmen dönüp dönüp geri geldim. Seyahatimin ikinci ayağı olan Güney Amerika kısmı başlamadan önce, Türkiye’ye gittiğimde herkes bana sonrasında ne yapmak istediğimi soruyordu. “Bali’ye dönesim var” diye yanıt veriyordum. Kalbimden en temiz niyetlerle geçirdiğim dilek buydu. Yine o kadar çok Bali’ye dönmek istiyorum dedim ki, bu hayali gerçek kılabilecek kişiye dönüştürdüm kendimi.
Şimdi ilk satırları yazdıktan yaklaşık iki yıl sonra, yeni bir yuva kuruyorum kendime burada. Uzaktan para kazanabileceğim bir sistem geliştirmeye, bir yandan da yazarken benim pek eğlendiğim bir roman kurgulamaya çalışıyorum; içinde kadınların, gezilerin, ülkelerin ve cesaretin olduğu. Sabahları yoga sınıfına gidiyorum, pazardan dünyanın en lezzetli tropik meyvelerini alıp evime geliyorum. Türkiye’den getirdiğim cezve’de türk kahvemi pişirip, kuruluyorum bilgisayarın başına ve size aslında istediğimiz hayatı yaratabilmenin mümkün olduğunu anlatabilmenin yeni yollarını aramaya başlıyorum.
Eğer kendinizi, hayatınızda çok istediğiniz o büyük değişikliği yapmak için cesaretsiz hissederseniz ne olur ilk yazımı okuyun. Sonra dönün bu yazıyı okuyun. Her şeyin nasıl bir süreç gerektirdiğini, korkuya rağmen adım atmanın meyvelerinin nasıl toplanabildiğini görün. Derin bir nefes alın ve eyleme geçmeye hazır değilseniz bile ne yapmak istediğiniz kendi kendinize tekrar etmeye başlayın. Bir dua gibi, onlarca kez, binlerce kez kendinize tekrarlayın. Bir gün gelecek konuşmaktan sıkılıp, uygulamaya geçmek isteyeceksiniz.
Evet, biliyorum kolay değil. Ben de biliyorum ki, dünya karman çorman bir yer ve hiç adaleti yok ve hayat talihsizliklerle dolu ama en sevdiğim yazarlardan Italo Calvino’nun Görünmez Kentler eserinde dediği gibi:
Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil; eğer bir cehennem varsa, burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: Cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek, ikinci yol riskli, sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak ve ona fırsat vermek.
Cehennemin ortasında cehennem olmayan her şeyin peşine düşmeniz dileğiyle,
Sevgiyle kalın.
filiz
Cesaretin icin seni yurekten kutlarim Solen. Hersey gonlunce olsun
Şölen Yücel
çok teşekkür ederim 🙂