Diğer Şeyler

BİR KALP ÇARPINTISI OLARAK PERU

Yazar: Tarih: 29 Mayıs 2017

sinirim çok bozuk olduğu için Arequipa’da sadece bu dandik fotoğrafı çekmişim

Rotam belliydi… Uyuni’den, San Pedro de Atacama’ya geçecek, orada 2014 yılında İtalya’da Couchsurfing kampında tanıştığım ve sonrasında beni Şili seyahatimde evinde konuk eden arkadaşım Tamy ile buluşacak sonra da Peru’ya doğru yola çıkacaktım. Peru’da ise, güneyindeki Arequipa’dan, Puno’ya gidecek. Puno dolaylarındaki Titicaca gölünü görecek oradan Cusco’ya devam edip, Macchu Pichu’ya gidecektim.

Tamy, kardeşi Linda ve ben. Onları en son 2014 yılında Santiago de Chile’de görmüştüm.

Evet, Rotam belliydi. Ancak, ne demişler? “Tanrı’yı güldürmek istiyorsanız, plan yapın.”

Biletimi alırken de başımda durunca anladım ki, adamın şirketle falan hiç ilgisi yok, bahşiş almak için böyle yapıyor. Yanımda beklediği için de kaç numaralı koltuğa aldığımı gördü. Günahını almak istemiyorum ama bir ihtimal, hırsızlık çetesinin elemanlarından biriydi bu abi.

San Pedro de Atacama’da Tamy, kardeşi Linda, Carlos ve Elvis’le geçen muazzam 4 günün sonunda onlar Santiago’ya doğru yola çıktılar, ben de kuzeye, sınır şehri olan Arica’ya doğru… Arica’da bir gece kalıp, sınırdan collectivo denen bizdeki taksi-dolmuş mantığında işleyen arabalarla geçip, otobüs terminaline doğru yürümeye başladım. Şimdi burası işlerin karıştığı yer… Terminale doğru yürürken, adamın biri önüme atlayıp, “Donde vas?” yani “Nereye?” diye sorunca ben adamı otobüs şirketi çalışanı zannetip, Arequipa demiş bulundum. Galiba en büyük hatayı burada yaptım. Adam beni tutup, Arequipa otobüslerinin kalktığı yere götürüp, biletimi alırken de başımda durunca anladım ki, adamın şirketle falan hiç ilgisi yok, bahşiş almak için böyle yapıyor. Yanımda beklediği için de kaç numaralı koltuğa aldığımı gördü. Günahını almak istemiyorum ama bir ihtimal, hırsızlık çetesinin elemanlarından biriydi bu abi. Neyse, ben en yakın kalkan otobüse bindim. Cam kenarındaki yere oturdum. Sırt çantamı ayağımın altındaki boşluğa koymak istedim, o kadar dardı ki, sığmadı. Kucağıma koyayım dedim çok ağırdı. İşte o an bana basiret bağlanması gibi bir şey oldu. Çantayı alıp, başüstü rafına yerleştirdim.

İçimden de “yahu bu çalınırsa, her şeyin içinde dedim” Gerçekten de her şey içindeydi ve ben böyle bir hatayı nasıl yaptım bilmiyorum. Gündüz yolculuğu olmasına güvendim belki de. Yolculuğun birinci saatinde, bir anda normal olmayan bir biçimde uykumun geldiğini hissettim ve gözlerim kapanıverdi. 45 dakika boyunca nakavt uyumuşum. Uyanır uyanmaz yukarı baktım, çantanın yerinde durduğunu görünce rahatladım. sonra da gözümü yanımdan sarkan askıdan ayırmadan yolculuğun geri kalanını tamamladım. Otobüs Arequipa’ya vardığında, akşam olmak üzereydi ve hafiften hava kararıyordu. Sırt çantamı aldım, önce bagaj fişini aradım. Aaa, nasıl olur koyduğum yerde yok. O telaşla, adamlara yok, kaybettim falan deyip, büyük sırt çantamı güç bela aldım ellerinden. Sonra küçük sırt çantamı önüme asınca, çantanın arkası bükülüverdi. Bükülebilemez efendim, bilgisayarım var orada. Ağzımdan kısık bir “hassitir!” çıkıverdi. Hemen sırt çantamı bi köşeye atıp, küçük çantayı açtım. Bilgisayar yok. Vallahi yok… Bir daha bakayım… I-ıh… Yine yok. Olmaz ya, otobüse gerisin geri biniyorum, raflara bakıyorum. Buyrun, bilgisayar yok.

Ne yapayım? Sırt çantamın üzerine oturup, otogarda bi sigara yakıyorum. Ağlayacak mıyım? Yok, ağlamayacağım. Vietnam’da cep telefonumu elimden kaptırdığım zamana göre daha soğukkanlıyım. Bir of çekip, önce hostele, sonra karakola gitmeye karar veriyorum. Akşam oldu, hava karardı zaten. Takside şoföre durumu anlatırken, birden içimden bi şey çekiliyor. Şeytan dürtüyor… Pasaportu koyduğum küçük çantayı kontrol ediyorum. Yok. Evet canım buyur. Şimdi ağlayabilirsin. Pasaport, ne olur ne olmaz diye kenara ayırdığım iki yüz dolar ve kredi kartlarımın bir kısmı da gitmiş. Hostele varıyorum. Check-in yapacağım, pasaport yok. Hostelin sahibine vaziyeti anlatıyorum. Cep telefonumda pasaportun kimlik bölümünün fotoğrafı olduğu için, onu gösterip check-in yapıyorum. Birlikte turist karakolunu arıyoruz, kimse açmayınca bana “Artık akşam geç oldu, yarın sabahtan gidersin…” diyor.

Yatakta döne döne sabahı zor ediyorum. Bilgisayar zaten büyük kayıp ama hadi geç… Pasaport yok ya! Sabah ilk iş karakola gidip, zabıt tutturuyorum. Sonra ne yapıyorum? Kuaföre gidiyorum. Saçımı kızıla boyatıyorum. Klişeye koş…

İkinci adım, yeni bir pasaport edinmem lazım. Lima’daki büyük elçiliğe yazıyorum. “Gelin, hallederiz.” mealinde bir cevap alınca, otobüs bileti almak için otogara gidiyorum. Arequipa-Lima kemiksiz 16 saat. Sinirim o kadar bozuk ki, “tey, tey, tey…” diye horona durasım var. Yalnız bu sefer ucuz bir firmayla seyahat etmeye içim el vermiyor. Malum, iki kuruş tasarruf edeceğim diye binlerce lira içerdeyim. Bu otobüs firmasında, yemek bile seçebiliyorsun. Hemen vejeteryan menüsünü işaretliyorum.

Lüks Turizm’e hoş geldiniz. Arequipa-Lima 120 TL

Cruz del Sur, Peru’nun en afilli otobüs firması. Rivayet o ki, aynı otobüs Lima’dan, Ekvador’a oradan da Kolombiya’ya gidiyor ve bileti olan şanslı insanlara 36 saatlik hatta 48 saatlik otobüs yolculukları sunuyor. Koltuklar yatıyor, otobüste hostes var…

Yemeğimi vejeteryan işaretlediğimi söylemiştim değil mi? Otobüse bindikten bir kaç saat sonra hostes yemekleri dağıtırken benim vejeteryan makarnamı veriyor…

Ama yanında verdiği böreğimsi şey kıymalıya benziyor.

 

 

 

“Ama pardon, bu vejeteryan değil…” diye itiraz edecek oluyorum. “Ana yemek vejeteryan, onun yanındakiler etli…” diyor.

İnsan Güney Amerika’yı sevmesin de ne yapsın? Ana yemeğimi yiyip, böreği kıza geri veriyorum. Bu 16 saatin neresinde mola vereceğiz diye soruyorum. Kız öyle yüzüme bakıyor. “expresa…” diyor. Yani “Durmak yok, yola devam.” Şimdi horona durabiliriz…. Zira 16 saat, sigarasız, yürümesiz, camdan dışarı gri çöl bakmalı yolculuğumuz tadından yenmeyecek.

Çöl yolları, göründü bize… Görünür elbet.

Git… çöl. Biraz daha git, yine çöl… Üç saat git çöl, On saat git çöl… Sinirim bozuk. Arada ağaçlanıyor gibi oluyor yollar. Kendi mantığıma göre, Lima yeşil olmalı. Neden? Çünkü deniz kenarında ve deniz kenarında çöl olmamalı. Sanki Basra körfezini hiç görmemişim, Dubai’nin çölünden denize girmemişim gibi hala bir İzmirli kafası. Lima yeşil olmalı diye düşündüğümden seviniyorum ağaç görünce… “Ay, vallahi yaklaştık galiba…” diyorum kendi kendime, ağaçları geçiyoruz, gene çöl. Bitmiyor… Bitemiyor. İki kitap deviriyorum yolda.

Gece oluyor, uyukluyorum. Ne var ki, geçen otobüs yolculuğunda soyulmanın verdiği post-travmatik stres kendisini gösteriyor ve çantama sıkı sıkı sarılıyorum, bir askıyı kolumdan geçiriyorum. Böyle uyunmaz, çanta çok ağır. Yere koyuyorum bu sefer, bir askıyı ayağıma doluyorum. Yok olmuyor… Böyle uyumak ne mümkün. Koltuğu tam yatırıyorum, çantayı altına itiyorum. Battaniyeyi koltuktan sarkıtıyorum ki aşağıda çanta olduğu görülmesin. Yine huzursuzum. Çantadan tableti, cüzdanı çıkarıp yanıma alıyorum. Zaten başka bir varlığım da kalmadı. Sabahın erken saatlerinde Lima’ya varıyorum. Otobüsten iner inmez, sırt çantamı bile almadan sigaraya doğru depar atıyorum. Heyecandan, tütün sararken ellerim titriyor. Bir nefes alıyorum… Ciğerlerimde birikmiş bütün iç sıkıntısını Lima’ya doğru üflüyorum…

 

HAFTAYA: GÜVENLİ BİR LİMA’YA SIĞINMAK…

Fotoğraflarına bakayım derseniz: Instagram

Gönderilerinden haberdar olayım derseniz: Facebook

 

 

Etiketler

Yorum Yap